Ana içeriğe atla

leyla'ya


gergefte bir kumaş düşün behçet abi
öyleydi, buğdayın bile kıskandığı teni,
gemlik’te topladığımız kara zeytinler var ya hani
öyleydi işte, etimi delip içime işleyen gözleri.
öyle güzel bakıyordu ki be behçet abi,
yüreğimi bir daha toparlayamayacak gibi oluyordum.
ah o dudakları var ya uzun uzun kırmızı rujunu sürdüğü,
öpmeye dahi kıyamazdım ki behçet abi!
yakışır mıydı hem benim pürüzlü dudaklarım onun ruhu kadar ince dudaklarına.
o değil de! kıvırcık saçları havalanıyor ya rüzgarda,
bir telaşla düzeltmeye çalışıyor hani
işte o zaman behçet abi, tam o anda
bütün rüzgarları karşıma alasım geliyor!
behçet abi, ne yapacağım şimdi?
kıyamam ki bakmaya eskimiş gözlerimle ona.
olur mu hiç tutmak elini nasırlı parmaklarımla?
hem nasıl derim için için öldürdüğünü beni.
behçet abi!
ben şimdi bu alemde hangi deliğe koyayım kendimi?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zil

viran bir semtin en ücra köşesinde bırakırken silik bedenimi, sapansız bir çocuğun düşlerinde, y üzünü aydınlatan ışığın gölgesi oldum. yeri geldi, serseri diyarların debdebeli anlarına tanıklık eden bir abdalın masalı oldum. hatta, avare düşüncelerin kıyısına vurup duran dalgaları bile selamladım. ama... ama hiç seni kucaklayan hayalimin kapısını çalamadım..

kanatsız serpiliş

kaldırım taşlarına dağıldı ekmek kırıntıları savruldu serpilen gururun peşinden, şiddetli bir rüzgarla fahri bir yüreğin omuzlarında asılı kaldı o an tüm fırıncılar izleyedurdu halk, insanın en derininden kopan ekmekli fırtınayı bir serçe… serçeler dolandı akbaba misali ayak basamayacakları çaputun üzerinde dört değil beş döndü gözler nur simalı kafirin gergef derisinde Ferdi bir kişilik çıktı yüz katlı binanın en tepesine Hezarfen bile direnememişti, onun kanatsız serpilişine.

bakakalmak

alelade bir günün gecesinde yer yatağı yurdun olur ve karalamaya başlarsın düşüncelerini. açık pencereye bakıp ferahlık vermeyen rüzgara kızarsın, aksi gibi sıcak kahveni yudumlarken. kendi kendini ısıtıp soğukluk dilenirsin yani önüne gelenden. yanında açık bırakılmış yarım bir kitap, bir kasenin içinde tüten dumanla bir filmin içindeymiş havası yarattığın lazımlığa bakakalırsın bir an. debelenirken içindeki kımıltılar nasıl devam ettireceğini bilmediğin bir cümlenin ortasında bulursun kendini, belki de bulmazsın. ona da öylece bakakalırsın. hep bakakalırsın. hep bakakalıyormuşsun gibi gelir. sonra merak edersin kelimenin kökünü. ‘bak’a bakakalırsın. biriktikçe içine çektiğin dumanlar daha bir şevke gelir parmakların klavyenin üzerinde. namussuzca dökülür dili, saçma sapan bir ‘word’ dosyasına. mülksüzler. açık kalmış kitabın adı. kendin gibi. hıh! yaşamsal aktivitelerini sorgulamaya başladığın tam bu an bunalıma doğru adım attığının farkına varır ve koyverirsin kendini karanlığa...