Ana içeriğe atla

dutlarca




saçlarının renginde yağıyordu dutlar rüzgarda, kara kara.
yerler bal eylendi, ayakların altında ezilen dutlarca.
halbuki çarşaflar gerilmeliydi çoktan ağaçların altına, meze olmalıydı sofralara, kara kara.
yaprakları tavşanlar yemeliydi hem de, severmiş onlar, öyle derdi anneannem.
dut düştü mü ağaçtan, bayram edermiş toprak, yüzü gülermiş güneşin.
çayırlar bir başka yeşile bürünürmüş o gün. 
bugün... öyle değildi.
tepeme yağdı saçların, dutlarca
döküldüler içime, tere görmemiş gözler gibi, kara kara
doğdum, tenimde kaldı lekesi.
ömrüme koydun en büyük izini,
kara karardı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

kanatsız serpiliş

kaldırım taşlarına dağıldı ekmek kırıntıları savruldu serpilen gururun peşinden, şiddetli bir rüzgarla fahri bir yüreğin omuzlarında asılı kaldı o an tüm fırıncılar izleyedurdu halk, insanın en derininden kopan ekmekli fırtınayı bir serçe… serçeler dolandı akbaba misali ayak basamayacakları çaputun üzerinde dört değil beş döndü gözler nur simalı kafirin gergef derisinde Ferdi bir kişilik çıktı yüz katlı binanın en tepesine Hezarfen bile direnememişti, onun kanatsız serpilişine.

zil

viran bir semtin en ücra köşesinde bırakırken silik bedenimi, sapansız bir çocuğun düşlerinde, y üzünü aydınlatan ışığın gölgesi oldum. yeri geldi, serseri diyarların debdebeli anlarına tanıklık eden bir abdalın masalı oldum. hatta, avare düşüncelerin kıyısına vurup duran dalgaları bile selamladım. ama... ama hiç seni kucaklayan hayalimin kapısını çalamadım..

haşikio

kaldırımların şekilsiz taşlarını arşınlarken, ahmak ıslatan bir yağmurun ortasında. enseme vuran damlaları saymakla meşguldü zihnimin derinlikleri. kararsız cümlelerin hareli kavramları çırpınıyordu, boğulmamak için bu yoğun sicimlerin altında tartaklanmış çocuk bedenine iyi gelebilirdi belki bu su, bereketi beraberinde taşıyan bir ritüeldi ne de olsa. yer altına sığınan patatesin en büyük ulumasıydı, iki hidrojen ve bir oksijen. pantolon paçalarının belalısı birikintilerin bıraktığı çamur izleri, rengini veriyordu telvesi az olmuş sade bir kahveye. su,  yağıyordu, kolonyalı ellerin istemediği her gece.