Ana içeriğe atla

ah cavidan!




ah Cavidan!
ulaşamıyorum vakitsiz serpilen kavakların boyuna
kaldıramıyorum kollarımı ki bi dalından tutayım bari
uzunca bir uykuya dalmışım da fareler kemirmiş beni sanki
bereler içinde bakıyorum göğe süzülen kavakların namertliğine
düzelecek miyim, dönecek miyim senden öncesine peki?
bilmiyorum Cavidan, ah Cavidan!
ben bilemem ki, ben ne bilirim ki hem.
daha ne kadar yükselir bu kavaklar, bir fikrin var mı? göğün sınırı nerdedir peki?
sus, sus Cavidan, dudakların yorulmasın, nefesin bana değmesin sus!
yanıtsız bırak farelere yem olmuş avare aklımı.
durulmuyor parelenen yerlerimin kaşıntısı, fayda etmiyor derime bastığım tuzlar
kuduz bir it gibi yerlerde sürünüyorum,
bekliyorum, evet başka çarem yok bekliyorum o köpüğün ağzımdan çıkmasını
çıkmıyor Cavidan, çıkmayacak da biliyorsun.
ah Cavidan!
söndüremiyorum hararetini kestiğin dalların, demlikler çürüdü artık kaynamaktan.
bitkinim çok, hem de çok
çöküyorum ölü yaprakların üstüne.
bir şeyler fısıldıyorlar:
-kavaklara güvenme
-güvenmem, diyorum Cavidan.
ah Cavidan!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

zil

viran bir semtin en ücra köşesinde bırakırken silik bedenimi, sapansız bir çocuğun düşlerinde, y üzünü aydınlatan ışığın gölgesi oldum. yeri geldi, serseri diyarların debdebeli anlarına tanıklık eden bir abdalın masalı oldum. hatta, avare düşüncelerin kıyısına vurup duran dalgaları bile selamladım. ama... ama hiç seni kucaklayan hayalimin kapısını çalamadım..

kanatsız serpiliş

kaldırım taşlarına dağıldı ekmek kırıntıları savruldu serpilen gururun peşinden, şiddetli bir rüzgarla fahri bir yüreğin omuzlarında asılı kaldı o an tüm fırıncılar izleyedurdu halk, insanın en derininden kopan ekmekli fırtınayı bir serçe… serçeler dolandı akbaba misali ayak basamayacakları çaputun üzerinde dört değil beş döndü gözler nur simalı kafirin gergef derisinde Ferdi bir kişilik çıktı yüz katlı binanın en tepesine Hezarfen bile direnememişti, onun kanatsız serpilişine.

bakakalmak

alelade bir günün gecesinde yer yatağı yurdun olur ve karalamaya başlarsın düşüncelerini. açık pencereye bakıp ferahlık vermeyen rüzgara kızarsın, aksi gibi sıcak kahveni yudumlarken. kendi kendini ısıtıp soğukluk dilenirsin yani önüne gelenden. yanında açık bırakılmış yarım bir kitap, bir kasenin içinde tüten dumanla bir filmin içindeymiş havası yarattığın lazımlığa bakakalırsın bir an. debelenirken içindeki kımıltılar nasıl devam ettireceğini bilmediğin bir cümlenin ortasında bulursun kendini, belki de bulmazsın. ona da öylece bakakalırsın. hep bakakalırsın. hep bakakalıyormuşsun gibi gelir. sonra merak edersin kelimenin kökünü. ‘bak’a bakakalırsın. biriktikçe içine çektiğin dumanlar daha bir şevke gelir parmakların klavyenin üzerinde. namussuzca dökülür dili, saçma sapan bir ‘word’ dosyasına. mülksüzler. açık kalmış kitabın adı. kendin gibi. hıh! yaşamsal aktivitelerini sorgulamaya başladığın tam bu an bunalıma doğru adım attığının farkına varır ve koyverirsin kendini karanlığa...