Ahşabı kurtlu parkelerin gıcırdayan seslerinde saklıydı belki de aitliğim.
Tutuksuz aklımın sahipsizliği ise o yedi odanın gıcırdayan kurtlu parkelerine ışık vermeyen pencerelerin pervazında kül olmuştu.
İki ayaklı masanın şekilsizliğine şekil olmaya kalkışmıştı bedenim.
Görkemli kapının mührünü kıran heybetli bir gerçekliğin sesi yankılandı rutubetli tavanlarda.
İşaret parmağımın bütün eklemleri titreşti içerde oluşan akustik ile beraber.
Paldır ve Küldür o an ilk kez yan yana gelmişlerdi filoloji evreninde,
Sanki Kürdili hicazkardan Nihavend makamına bir taksim çınladı udun tellerinde.
Perdeli şarkılar perdesiz konağın kalu beladan kalma avizelerinden yıldızlara seslendi.
Kırmızı mührün pinçikleri, titreşen eklemlerimin deryasına dayanamayıp Boğaz'ın fitoplanktonuna yem olmuştu.
Mavi balık kırmızı mührün yemliğine dayanamayıp konağın tuvaletinde can buldu.
Katıksız bir kaos başladı güneşsiz olamayan ağaçların arasında.
Paldır mı yoksa Küldür mü yeğlenecekti, kifayetsiz velvele silsilelerine meze olmuş bu damın altında.
Meçhulun adı Boğaz iki yakaya daha kaç köprü kuracaktı?
Peki söküğü dikilen mor sümbül can atabilir miydi sayısız köprünün kucağında?
Sual bu kadardı işte..
Külün ömrü pervazda son bulurken, mührü kıran yetişememişti amansız zelzelenin apansız gelişine..
Yorumlar
Yorum Gönder