Ana içeriğe atla

Zelzele


Yedi odalı konağı dolaşıp kendime ait bir yer bulamamıştım.
Ahşabı kurtlu parkelerin gıcırdayan seslerinde saklıydı belki de aitliğim.
Tutuksuz aklımın sahipsizliği ise o yedi odanın gıcırdayan kurtlu parkelerine ışık vermeyen pencerelerin pervazında kül olmuştu.
İki ayaklı masanın şekilsizliğine şekil olmaya kalkışmıştı bedenim.
Görkemli kapının mührünü kıran heybetli bir gerçekliğin sesi yankılandı rutubetli tavanlarda.
İşaret parmağımın bütün eklemleri titreşti içerde oluşan akustik ile beraber.
Paldır ve Küldür o an ilk kez yan yana gelmişlerdi filoloji evreninde,
Sanki Kürdili hicazkardan Nihavend makamına bir taksim çınladı udun tellerinde.
Perdeli şarkılar perdesiz konağın kalu beladan kalma avizelerinden yıldızlara seslendi.
Kırmızı mührün pinçikleri, titreşen eklemlerimin deryasına dayanamayıp Boğaz'ın fitoplanktonuna yem olmuştu.
Mavi balık kırmızı mührün yemliğine dayanamayıp konağın tuvaletinde can buldu.
Katıksız bir kaos başladı güneşsiz olamayan ağaçların arasında.
Paldır mı yoksa Küldür mü yeğlenecekti, kifayetsiz velvele silsilelerine meze olmuş bu damın altında.
Meçhulun adı Boğaz iki yakaya daha kaç köprü kuracaktı?
Peki söküğü dikilen mor sümbül can atabilir miydi sayısız köprünün kucağında?
Sual bu kadardı işte..
Külün ömrü pervazda son bulurken, mührü kıran yetişememişti amansız zelzelenin apansız gelişine..


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

kanatsız serpiliş

kaldırım taşlarına dağıldı ekmek kırıntıları savruldu serpilen gururun peşinden, şiddetli bir rüzgarla fahri bir yüreğin omuzlarında asılı kaldı o an tüm fırıncılar izleyedurdu halk, insanın en derininden kopan ekmekli fırtınayı bir serçe… serçeler dolandı akbaba misali ayak basamayacakları çaputun üzerinde dört değil beş döndü gözler nur simalı kafirin gergef derisinde Ferdi bir kişilik çıktı yüz katlı binanın en tepesine Hezarfen bile direnememişti, onun kanatsız serpilişine.

zil

viran bir semtin en ücra köşesinde bırakırken silik bedenimi, sapansız bir çocuğun düşlerinde, y üzünü aydınlatan ışığın gölgesi oldum. yeri geldi, serseri diyarların debdebeli anlarına tanıklık eden bir abdalın masalı oldum. hatta, avare düşüncelerin kıyısına vurup duran dalgaları bile selamladım. ama... ama hiç seni kucaklayan hayalimin kapısını çalamadım..

haşikio

kaldırımların şekilsiz taşlarını arşınlarken, ahmak ıslatan bir yağmurun ortasında. enseme vuran damlaları saymakla meşguldü zihnimin derinlikleri. kararsız cümlelerin hareli kavramları çırpınıyordu, boğulmamak için bu yoğun sicimlerin altında tartaklanmış çocuk bedenine iyi gelebilirdi belki bu su, bereketi beraberinde taşıyan bir ritüeldi ne de olsa. yer altına sığınan patatesin en büyük ulumasıydı, iki hidrojen ve bir oksijen. pantolon paçalarının belalısı birikintilerin bıraktığı çamur izleri, rengini veriyordu telvesi az olmuş sade bir kahveye. su,  yağıyordu, kolonyalı ellerin istemediği her gece.